‘Kim ne diyor’ şeklinde çok kulak kabartırsanız adım atamazsınız”

31 Mayıs 2022, Salı 09:52

     


Gazeteci Emin Aydın’ın tvDEN’de hazırlayıp sunduğu Baş Başa programının konuğu Yazar, İsmail Güzelsoy oldu. Sanatın işlevi, kendi romancılığı, ‘Avucumda Rüzgar Var’ adlı eseri ve eserinde sıklıkla yer verilen ut enstrümanı detayının maksadı ile ilgili açıklamalarda bulunan Güzelsoy, “ ‘Kim ne diyor’ şeklinde çok kulak kabartırsanız adım atamazsınız” dedi.

“BU KENDİ ARİTMETİĞİ OLAN BİR SÜREÇ”

Güzelsoy, “Masum okuma yoktur. Dolayısıyla masum yazma da yoktur. Yazma süreci biraz manipülasyondur sonuç itibariyle. Maniplülasyon çok ağır bir tabir fakat şu an kötü bir anlamda ifade etmiyorum. Sonuçta siz yazarken, eşinize dostunuza mektup yazmıyorsunuz. Hayatlarında bildiklerini zannettikleri şeyleri düşünmeye bir kere daha zorlamış olursunuz. Biraz daha kafa yormaya davet edersiniz. Bu kendi aritmetiği olan bir süreç. Bunu böyle açıkladığım zaman ‘Samimiyet nerede kaldı peki?’ diyorlar. Kurguda samimiyet olmaz, sonrasında başlar. Örneğin gündelik hayat ile ilgili bir şey olduğunda okuyucuya yalan söylemem. Bu ilkesel bir şey. Ama ben kurguda kendimi samimi olmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Sözün özünde ne kast edildiği de çok önemli bir şeydir. Orada yalan söylememek gerekiyor. Ama oraya giden yolda ufak manipülasyonlar, şaşırtmacalar, kışkırtmalar sanatın doğasında olan şeyler. Yani bu süreci samimiyetle döşeyemezsiniz. Kasıtlı bir işlemdir bu” dedi.

“SANATIN İŞLEVİNİ İNSANLARI NESNELEŞTİRMEK İÇİN KULLANMIYORUM”

İstanbul’da gezi rehberliği yaptığı süreç ile ilgili Güzelsoy, “Rehberlik çok bilinçle seçtiğim bir şey değildi. O dönem İngilizce çok yaygın konuşulan bir dil değildi. O vesileyle hayatımı kazanmak için yapmıştım. Romanlardaki İstanbul ile gerçekteki İstanbul’a baktığınız zaman gerçekten çok içler acısı bir şey. Gençlerle yaptığım sohbetlerde ‘Ben İstanbul dediğimde sizin zihninizde canlanan İstanbul’dan söz etmiyorum diyorum. Ben İstanbul derken bambaşka bir şeyden söz ediyorum. Yeni Cami’nin arkasındaki o tuhaf alan toprak zemin ve 350-400 senelik çınar ağaçları, atkestaneleri vardı. Oralarda çimenlerin üzerinde otururlardı insanlar. Oradaki çınarlar kesildi. Neden? Çünkü park yapmak için. Bunun dünyada bir örneği var mıdır bilmiyorum. Fakat gerçekten literatüre geçecek bir şey. Park yapmak için 350-400 yıllık ağaçlar kesildi. Yalnızca ondan söz etmiyorum, kendi dokusunun ve kültürünün tamamı değişti. Ben şu an içerisinde bulunduğumuz İstanbul’u ‘Bakın neler kaybettik’ mealinde değil de, hikayenin arka planında bir fon oluşturmak için kullanıyorum. Yoksa artık o nostalji çok yorucu gelmeye başladı. ‘Bizim zamanımızda..’ diye başlayan hiçbir cümleye kimsenin tahammülü kalmadı. Söyleyenin kendisi bile artık sanırım bir hoşnutsuzluk yaşıyor. Şu anda rant için olmayan hiçbir şeyin yaşamadığı bir çağdayız. Bunu ya hazmedeceğiz ya da isyan edeceğiz. Peki isyanı nasıl yapacağız? Benim elim kalem tutuyor. Bu şekilde dile getirmeye çalışıyorum. Neleri kaybettiğimizi göstermeye çalışıyorum. Sadece nostaljik bir süreç olmak zorunda değil, başka yolları da var. Ben bunları göstermeye çalışıyorum. Neleri kaçırıyoruz, elimizden neler gidiyor deyip bunları dokümante ediyorum. Sanatın işlevlerinden birisi de budur. Ben, sanatın işlevini insanları nesneleştirmek için kullanmıyorum. Fakat örneğin 1966 yılının İstanbul’undan söz edersek hafif bir iç geçirme yaşanır. Onun dışında İstanbul’u tanıtmak, anlatmak ya da nostaljik bir kışkırtma değil bu” diye konuştu.

“BU BENİM DOĞAMDA OLAN BİR ŞEY OLABİLİR”

Güzelsoy, “4 gün boyunca günde en az 7-8 saat çalıştığım bir projeydi. Olumlu ya da olumsuz bir şeyler söylenebilir. Her ikisi de sakıncalı. Çok fazla övülmek de çok fazla yerilmek de bir zaman sonra insanda aynı etkiyi yapar. Şevkiniz kırılabilir ya da aşırı beklentiye girebilirsiniz. Piyasa dediğimiz dünyayla biraz mesafeli durmayı tercih ettim. Bu benim doğamda olan bir şey olabilir. Piyasa ilişkilerinden çok etkilenmeyeceğim minicik bir adacıkta kalmayı tercih ediyorum. Belki yanlış yapıyorum, bilmiyorum. Beni bu noktada eleştiren kişiler de var. Ama sanatın bir tüketim nesnesine dönüştüğü çağda, yarattığınız bir eserin arkasından ‘kim ne diyor’ şeklinde çok kulak kabartırsanız adım atamazsınız. Bu durum kafanızda oluşan yeni projeleri de sekteye uğratır. Bana sosyal medyadan gelen şeyleri cevaplamaya çalışıyorum. Fakat sınırlı bir alan içerisinde kalmayı tercih ediyorum” dedi.

“İÇİMDE UTA KARŞI BİR SAYGI VE MERHAMET VAR”

Avucumda Rüzgar Var’ romanında ut enstrümanından sıklıkla söz etmesi ile ilgili Güzelsoy, “Bu roman için ut dersleri almaya başladım. Günde en az 2 saat ut çalıştım. Tahir’in geçtiği yoldan geçmeyi hedefledim, onun yaşadıklarını yaşamam ve o duygu durumuna girmem açısından çok önemliydi udu seçmem. Udu seçme nedenim, açıkçası gariban bir saz olması. Saray döneminde ut sanılanın aksine kullanılmamıştır. Hafif meşrep kabul edilmiştir. 18. yüzyıla kadar da muteber bir enstrüman değil. Tempoyu, usulü belirleyen bir saz olmakla birlikte sesi duyulmaz, çok kısık bir sesi vardır. O yüzden bir udi ancak taksim ederek sesini duyurabilir. Çok ilginç bir tınısı vardır. Bu tını son derece sızılıdır. Sanki uta yapılan muameleyi, haksızlığı reddeden ve isyanda bulunurmuş gibi bir sesi vardır. Sadece sızlanmaz, aynı zamanda bir isyan da vardır. Çok tuhaf bir boğuk sestir. Zehirli bir ağaç olan Öd ağacından yapılır. Bu ağaç zehirlidir. Zehirli bir ağacın gövdesinden yapılır ve çok dinlerseniz sizi zehirler. Hikayenin dokusuna çok uygun olduğunu fark ettim. Bir de zahmetli bir enstrüman. Oturuşunuzun, tutuşunuzun, bileğinizin ona uygun olması gerekmektedir. Ben udu çok seviyorum. İçimde uta karşı bir saygı ve merhamet var. Hak ettiği değeri bulamayan birçok şey gibi o duygudaşlığı uda karşı çok derin yaşıyorum” ifadelerini kullandı. (ORKİDE ÜLKER / NİSA KIZILKAYA) 


HABER VİDEOLARI






 
Son Eklenen Haberler